26 Eylül 2011 Pazartesi

‎''To love is to suffer. To avoid suffering one must not love. But then one suffers from not loving.

Therefore, to love is to suffer; not to love is to suffer; to suffer is to suffer. To be happy is to love.

To be happy, then, is to suffer, but suffering makes one unhappy. Therefore, to be unhappy, one

must love or love to suffer or suffer from too much happiness. I hope you're getting this down..''


__Woody Allen__
Günler sonra eski odama kavuşabilmenin mutluluğu üzerimde amma velakin insanoğlunu memnun etmek zor hala bir tatminsizlik söz konusu... :(

25 Eylül 2011 Pazar

"Hani insan bazen ne ileri , ne geri tek bir adım atamaz ya..
Birini yanında tutmayı bilmez ama onun yokluğunu da istemez.
Kaybetmeyi göze alamaz ama kazanmak için mücadele etmez.
Bağlanmaya cesaret edemez ama ondan tamamen kopmayı da beceremez.
Ne sevilmekten vazgeçer, ne sevmeyi bilir.
Hani çok sonra zaman geçer savrulurlar ya,
O zaman dökülür dudaklardan, itiraf edercesine;
Ne gözümü alabildim, ne göze alabildim..."
-Can Dündar-
http://fizy.com/#s/3mgsxr mırıldanmaktan bıkmadığım muhteşem Ajda şarkısı pek bi manidar şu sıralar

Birsen Tezer @ Bistro Hayal Kahvesi (17 Eylül 2011)

Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor,
Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil.
___________Atilla İlhan

24 Eylül 2011 Cumartesi

http://fizy.com/#s/1dlad7" It's easy to see, it's easy to see ,to see only white where colour should be "

17 Eylül 2011 Cumartesi

Isn’t someone missing me?

http://fizy.com/#s/14yv7x pişmanlıklar gelir geçer, sevdayla hesaplaşılmaz.

14 Eylül 2011 Çarşamba

12 Eylül 2011 Pazartesi

"biliyor musun...insan acı çektiğinde, güneşin batışını başka türlü sever..." bu da onun şarkısı http://fizy.com/#s/1rikd3

10 Eylül 2011 Cumartesi

Purelove






Kendimizi vakumlu kutularda yaşamaya ne kadar tutsak etsek de, gizem çevremizde ışıl ışıl parlamakta ve yürümemiz gereken yolu bize işaret etmekte. Vasatlık grilik diye birşey yoktur; var olan yalnızca korkumuzdur. Büyümek, heyecanlara açılmak korkusu. Bizi çevreleyenin kafes değil, özgürlük, hava olduğunu keşfetme korkusu. Ve gözlerimizi biraz yukarı çevirdiğimizde göklerin sonsuzluğuyla karşılaşma korkusu.

Kaçış değil arayış...


Huzursuzluk benim yaşantımın yoldaşı olmuştur; kimi zaman sıradan , kimi zamansa her şeye burnunu sokan bir yoldaş...Eskiden her şey canımı sıkardı: Bir yerdeyken hemen başka bir yerde olmayı düşlerdim ; bir şey yapıyorsam aklım yapmak istediğim bir başka şeye kayardı. Kendimi hiçbir zaman olduğum yere ait hissedemezdim. Bir ara bunun bir tür hastalık olabileceğine inandırdım kendimi. Ancak büyüdükçe huzursuzluğun bir sağlık sorunu olduğunu ve diğer bütün sağlık sorunları gibi enerji üretebileceğini ya da tüketebileceğini anladım. Bizden içeriye yönelttiğimizde olumsuz olabilen bu enerji, bizi dışarı yönlendirdiğinde, yanıtların peşine düşebilmek uğruna dış dünyaya açılmamızı sağladığı için olumlu bir özelliğe dönüştüğünü fark ettim.
Huzursuz olduğum zamanlarda içimde kördüğüm olmuş ipler var sanırdım. Tıpkı elektrik telleri misali, uçları yılanlar gibi kıvrılabilen, birbirlerine dolanabilen ve bir süre sonra kısa devre yapan...Hissettiğim huzursuzluğun dozajı arttıkça yollara düşsem mi dedim hep kendime. Her yola çıktığımdaysa hareket ederek bu düğümlerin çözülmeye başlayacağını, bana düzgün sarılmış bir yumak bırakacağını umardım. İçimdeki hareket etme arzusu bir kaçış değildi, temeli oluşturan taşlardı. Çünkü insanın kendini aramadığı, derinlerde aşkın yüzünü merak etmediği ve başkalarınca takılmış maskeyi reddetmediği yaşam gerçek sayılamazdı.